20110729

Etik...

Küresel, toplumsal, çevresel kaynak ve etkilerle şekillenen ideal insan özelliği... 


Bireyin kendisini ve çevresini anlama, yorumlama, açıklama ve gerçeği arama çabası olan felsefe dallarından birisi de Aksiyolojidir. Aksiyoloji, insanın yaşamı boyunca vardığı bir çok yargının kaynağı olan değerler sistemiyle ilgilendiği için “Değer Felsefesi” olarak bilinir. Etik de Aksiyoloji’nin uğraşı alanlarındandır.

Aristoteles‟ten beri kullanılagelen çok eski bir kelime olan etik, etimolojik olarak Yunanca “ethos - töre”  sözcüğü kökenlidir.

Etik, insanoğlunun gerçekleştirdiği bütün etkinlik ve amaçların yerli yerine konulması; neyin yapılacağı ya da yapılamayacağının; neyin isteneceği ya da istenmeyeceğinin; neye sahip olunacağı ya da olunmayacağının bilinmesi olarak tanımlanabilir. 

İnsanların kurduğu bireysel ve toplumsal ilişkilerin temelini oluşturan değerleri, normları, kuralları doğru-yanlış veya iyi-kötü gibi ahlaksal açıdan araştıran bir felsefe disiplini olan etik, yasal gerekleri aşan ölçüde, kendini kontrol edebilen ideal bir insan özelliğidir. 

...

Kimileri, “ahlaksız” bir davranışa “etik dışı” dendiği zaman daha kibar olduğunu, hatta yasal olarak “ahlaksız” söyleminin hakaret anlamına geldiği, ancak “etik dışı” denildiğinde hakaret kabul edilmediğini dikkate alınarak ahlak kelimesi yerine bazı hallerde etik kelimesi kullanıldığı görülmektedir.
Etik, uygulamalı (pratik) felsefenin bir konusudur; kuralları mantıklı olarak yorumlamaya çalışarak insanların ne şekilde davranmaları gerektiğiyle ilgili “iyi veya kötü” ayrımlı somut ve kanıtsal bilgiler sunmaktadır. Etiğin yönelttiği sorular, doğrudan tekil eylemlere ilişkin olmadıkları için; yani belirli bir somut, münferit, özel durumla ilgilenmedikleri için, bu alanla ilgili ahlak sorularından ayrılır. 
Ahlak, sosyolojik bir konudur; içinde yaşanılan toplumun çoğunluğu tarafından herhangi bir gerekçe gösterilemeden doğru kabul edilen değerlerin ve düşüncelerin toplamıdır, "doğru" olduğu hissedilenler ahlaka uygun olarak kabul edilir. Bu nedenle ahlak, içinde yaşadığımız topluma ve zaman içinde bu toplumun durumuna göre değişir, toplumdan topluma da farklılık gösterir. Ahlak ve ahlakilik etiğin konusunu oluşturur.

Etik ve ahlak arasındaki bu kavramsal değerlendirmelerden;
  • Ahlakın, etiğe göre daha dar bir anlamda ve kişisel davranışları yönlendiren değer yargıları olduğu,
  • Etiğin ahlak kavramını da bir bütün olarak kapsayarak onu aşan anlam taşıdığı,
  • Etiğin birden fazla bireyin uyması gereken ortak davranış, ahlakın ise bireyin uyması gereken normlar olduğu,
  • Etik kurallarının bir gruba yönelik yazılı, ahlak kurallarının ise bireye yönelik yazısız normlar olduğu,
sonuçları çıkarılabilir.

...

Ortak yaşamı mümkün kılan değerlere bağlı oluşan kurallar bütün bireyler ve toplumlar açısından aranılan ve hedeflenen değerler temel etik değer ve ilkeleriyle örtüşmektedir. Bu gerçekten hareketle, bir toplumdan diğerine çok büyük değişiklik göstermeyen temel ve üst etik değer ve ilkeler;
  • Adalet (hakça davranma),
  • Doğruluk - Dürüstlük (içi - dışı bir olma, hilesiz olma),
  • Tarafsızlık (nesnel davranma, liyakati esas alma),
  • Sorumluluk (bencillik ve bireysel çıkarlardan uzak olma, sorumlu davranma),
başlıklarında toplanabilir.

...

Toplumsal, ekonomik, fiziki ve teknolojik koşullar, toplumdaki egemen değerleri/ilkeleri ve uygulama kurallarını belirlemektedir. Zamanla bu koşullardaki değişikliklere paralel olarak ilkeler ve uygulamalar da gelişme ve değişim gösterebilmektedir. Bu nedenle, temel etik değerler zaman içinde de değişebilir.

...

Etik davranış, bireyin öğrenme, modelleme ve taklit ile elde ettiği, sahip olduğu kültür(ler), değer(ler) ve norm(lar) etkisi sonucunda taşıdığı rol(ler)e uygun olarak ve tekrarlarının sıklığı ile otomatikleşen özelliklerdir. Bu nedenle etik davranışın toplumsal etmenleri, kültür, değerler ve normlar kabul edilir. 


Temel etik değerleri kapsamında birey;
  • Olumlu (adil olmak, doğruyu söylemek, açık olmak, tutarlı olmak, bireysel bütünlük (integrity) göstermek gibi),
ve
  • Olumsuz (ayrımcılık, kayırma, rüşvet, psikolojik yıldırma (mobbing), ihmal, sömürü (istismar), bencillik, yolsuzluk, şiddet-baskı-saldırganlık, iş ilişkilerine politika karıştırma, hakaret ve küfür, bedensel ve cinsel taciz, görev ve yetkinin kötüye kullanımı, dedikodu, zimmet  gibi),
davranışlar gösterebilir..

İnsan davranışının etiksel temelleri her sosyal bilime yansıdığı da görülür, örneğin:
  • Bir kültürün bir diğeriyle ilişkilendirilmesinde yer alan karmaşıklıklar yüzünden Antropolojide,
  • Kıt kaynakların paylaştırılmasını içerdiği için Ekonomide,
  • Gücün tahsisindeki rolü nedeniyle Politika Biliminde (Siyaset Bilimi),
  • Grupların dinamiklerinin köklerindeki yeri itibariyle Sosyolojide,
  • Etik yapıların ilke ve kanunsallaştırılması nedeniyle Hukukta,
  • Etik davranışı öven, etik olmayan davranışı kötüleyen hali nedeni ile Kriminolojide,
  • Etik olmayan davranışı tanımlayış, anlayış ve tedavi edici rolü nedeni ile Psikolojide,
mevcuttur.

Etik, sosyal bilimler dışında kalan çeşitli bilim dallarına da yayılmıştır. Örneğin, ekolojide “çevresel etik” ve biyolojide “biyoetik” adıyla, adıyla önemli bir yer teşkil eder.

Analitik felsefede, etik geleneksel olarak;
  • Etik ifadelerin doğasını araştıran Meta-Etik, ,
  • Doğruyu yanlıştan ayıracak pratik ahlak standartlarını ve ahlaklı bir hayatın nasıl yaşanacağını bulmaya çalışan ve bu özelliği ile meta-etik ile uygulamalı etik arasındaki köprü olan Normatif Etik,
  • İnsan için güzel eylemenin bilgisine ulaşmaya çalışan etiğin, insan yaşamının somut sorunlarına ve açmazlarına da eğilmesi gerektiğini savunan anlayıştan doğarak uygulamalı bir bilim (eylem-bilimi) kimliğine kavuşturmaya çalışan Uygulamalı Etik,
alanlarına ayrılır.

Uygulamalı etiğin farklı uzmanlıklardaki etik problemleri inceleyen,
  • İş etiği,
  • Tıbbi etik,
  • Mühendislik etiği,
  • Yasal etik,
gibi bazı alt dalları (disiplinleri) mevcuttur. Her alt bu uzmanlıkların etik kuralları içerisinde ortaya çıkan yaygın mesele ve problemleri karakterize eder ve bunların kamuya olan sorumluluklarını tanımlar.

İş Etiği kavramı (business ethics),
  • Toplumda işe ve çalışmaya ilişkin değerler ve tutumlarla ilgili Çalışma Etiği (work ethics),
  • İcra edilen mesleğin sahibinin izlemesi ve uyması gereken (toplumsal kültür ve değerlerden bağımsız) küresel ölçekte kurallar, standartlar ve yöntemlerle ilgili Meslek Etiğini (professional ethics),
kapsamaktadır. Çalışma etiği; disiplin, verimlilik, kalite ve etkinliği önemser ve bireylerin çalışkan, tutumlu, dakik olmalarını da öngörürken meslek etiği kapsamında doğruluk, yasallık, yeterlik, güvenirlik ve işe/mesleğe bağlılık gibi bazı ilkeler önemsenmektedir.

O zaman düşünelim; mesleğimizi icra ederken doğru, iyi ve güzel eylemenin bilgisine ulaşmaya ve onu içselleştirmeye çalışalım...

Bilirim ki, mesleki yaşam biçimini belirleyecek mesleki ilke ve değerler ile bir ömür boyu yaşamak hür irade ile mesleğe adanmayı gerektirir; hayalleri gerçekleştirmeye yönelik eylemlerde, bir ömür sürecek meslek adanmışlığı ise ancak gönüldeki meslek sevgisi ile mümkün olabilir.


Can EREL
02.04.2011


20110211

"Kendini Bil"mek...

http://erelcan.blogspot.com/ adresinde yer alan ""Faros" çoğu zaman kendinsindir.."den alıntı yapılarak "Kendini Bil" yönünde geliştirilmiştir..

Bildiğim Ben



Kendimi resmedeceğime söz verdim; olduğum gibi..
Oturdum tuvalin karşısına.
Her fırçada renkler karıştı, önce palette...
Tuvaldeki aksim yamalarla oluşmuş.
Oysa olduğum gibi resmedecektim kendimi; söz vermiştim..
Ben mi kendimi tanımadım, bilmedim;
Yoksa, sorun kırık aynada mıydı?
Olduğum gibi resmedecektim kendimi oysa...
Can EREL

Endişeliydim; 
 “Dünyada iki kusursuz insan vardır: Biri doğmamış, diğeri  ise ölmüş insandır.” - Çin Özdeyişi
 “Bizleri insan yapan şey, Tanrının bizi yaratırken mayamıza kattığı kusurlardır.” - William Shakespeare
“"Kendini bil!" denilmesi, yalnız gururunu kırmak için değil, değerini de bildirmek içindir.” -Cicero
Hiçbir şey umduğumuz kadar basit değildir.” - Jim Horning
sözlerini duyuncaya dek...




Sokrat “kendini bil”meyi,

  • İnsanın kendi bilgisizliğini keşif ve itiraf etmesi,
  • Bilim,
  • Düşünmek,
üç aşamalarında tanımlamıştır.



Aşama #1: İnsanın kendi bilgisizliğini keşif ve itiraf etmesi

William Shakespeare’in “Bizleri insan yapan şey, Tanrının bizi yaratırken mayamıza kattığı kusurlardır” deyişi ve bir Çin özdeyişinde yer alan “Dünyada iki kusursuz insan vardır: Biri doğmamış, diğeri  ise ölmüş insandır” ifadesi insanoğlunun kusursuz olamayacağını özlü bir şekilde anlatır.

Bu anlatım aynı zamanda “kusursuz insan, kusurunu bilendir” yönünde bir algıyı da ortaya çıkarmaktadır.

Hata, kusur ve bilgisizliğin kaynağı ön yargılardan sıyırılarak aranır ve tespit edilir. Budan sonraki aşama sürecin en zor aşamasdır: İtiraf…

Her hatanın itirafı, kendi başına büyük bir yüreklilik ve nefse karşı kazanılan üstünlüktür.

Cicero’nun dediği gibi “Kendini bil!" denilmesi, yalnız gururunu kırmak için değil, değerini de bildirmek içindir.”

Dolayısı ile her bir itiraf, kendimize karşı dürüst olmayı geliştirir; hakikate atılmış bir adım olarak başarıdır.

Aşama #2: Bilim

Bu tanıma, belli bir bilmin konusu olarak değil, “Düzenden yoksun duyu verileri ile düzenli düşünceler arasında uygunluk sağlama çabası” anlamına sahip, tüm bilmin kendisi olarak bakmak gerekir.

Yunus'un “İlim ilim bilmektir. İlim kendin bilmektir.” deyişindeki gibi, bilimle doğru-yanşlıştan, iyi-kötüden, hayır-şerden, hak-batıldan, yücelmek-geri kalmaktan ayırt edilebilir ve hakikate yönelebiliriz..

Karl Jaspers’in “Felsefeyi felsefe yapan hakikati aramasıdır, ona sahip olması değil...” deyişi amacın hakikati aramak şeklinde ifade dilen süreli bir eylemi, yolda olmayı işaret etmesi de dikkake alınması gereken bir durumu belirler.

Gerçekten kim olduğunu bilmek, kişisel mikro kozmosun enginliğini tanımayı içeren bir bilimdir. Kozmos sürekli genişler; dolayısıyla sonu olan bir bilim de değildir, süreklilik içerir.

Aşama #3: Düşünmek

İnsanlar arasındaki en önemli ayırıcı özellik; düşünme gücüdür.

Düşünce gücü ile;
·         İnsanın kendini tanıması,
·         Kendini tanıyan insanın kendinin ve evrenin, ilahi güzelliklerinin ve sırlarının farkına varmaya başlaması,
·         İnsanın içinin yüce bir sevgi ile dolması,
olanaklı hale gelir.

Yaşamı sorgulamaya, düşünmeye, kendimizi tanımaya, bilmeye başlayınca, yeni bir kavrama bağlanırız. Bu da, sonuçta bizi içten dışa değiştirir.

Öyle ise, kavrayalım, eyleme geçelim ve düşünelim;
  • Kendimizi tanımak ve bilmek,
  • Bu süreçte kendimizin ve evrenin, ilahi güzelliklerinin ve sırlarının farkına varmaya başlamak,
  • İçimizin sevgi ile dolması,
için..

Can EREL
16.01.2011







Dip Not 1Bir Anglikan Baş Rahibinin Westminster Kathedrali bodrumundaki mezar taşından:
“Genç  ve  hür iken, düşlerim   sonsuzken, dünyayı değiştirmek isterdim.Yaşlanıp akıllanınca, dünyanın değişmeyeceğini anladım. Ben de düşlerimi biraz kısıtlayarak sadece memleketimi değiştirmeye karar verdim. Ama o da değişeceğe benzemiyordu.  İyice yaşlandığımda, artık son bir gayretle, sadece ailemi, kendime en yakın olanları değiştirmeyi denedim. Ama maalesef bunu kabul ettiremedim.Ve simdi ölüm döşeğinde yatarken birden fark ettim ki, önce yalnız kendimi değiştirseydim, onlara örnek olarak ailemi de değiştirebilirdim. Onlardan alacağım cesaret ve ilhamla, memleketimi daha ileri götürebilirdim. Kim bilir, belki dünyayı bile değiştirebilirdim.”



Dip Not 2Yaklaşık çeyrek yüzyıl görev yaptığım topraklarda yaşamış Şeyh Edebali'nin "Nasihatlar"ından:
Bak Dostum, ömrünce nasihatimdir sana... Kulağın aç, dinle beni!..

Bak Dostum! Cahil ile dost olma
İlim bilmez, İrfan bilmez
Söz bilmez, Üzülürsün

Bak Dostum! Saygısızla dost olma
Usul bilmez, Adap bilmez
Sınır bilmez Üzülürsün

Bak Dostum! Aç gözlü ile dost olma
İkram bilmez, Kaide bilmez
Doymak bilmez, Üzülürsün 

Bak Dostum! Görgüsüzle dost olma
Yol bilmez, Yordam bilmez
Kaide bilmez, Üzülürsün 

Bak Dostum! Kibirliyle dost olma
Hal bilmez, Ahval bilmez
Gönül bilmez, Üzülürsün. 

Bak Dostum! Ukalayla dost olma
Çok konuşur, Boş konuşur
Kem konuşur, Üzülürsün.

Bak Dostum! Namertle dost olma
Mertlik bilmez, Yürek bilmez
Dost bilmez, Üzülürsün. 

Bak Dostum! Sen seni bil yeter sana...
- İlim bil, İrfan bil, Söz bil
- İkram bil, Kaide bil, Doyum bil
- Usul bil, Adap bil, Sınır bil
- Yol bil; Yordam bil, Kaide bil
- Hal bil, Ahval bil, Gönül bil
- Çok konuşma, Boş konuşma, Kem konuşma
- Mert ol, Yürekli ol
Ömrünce yeter sana. 

Ve asla birilerinin umudunu kırma; belki de sahip olduğu tek şey odur...




Dip Not 3William SHAKSPARE'den birkaç öğüt:


"İyi ol fakat çok iyi olma.
Birazcık huysuz ol fakat çok değil.

İçinden geliyorsa dua et.
Eğer sana rahatlık veriyorsa arada bir küfür de et.

Etrafındakilere mümkün olduğunca dostça davran, müşfik ol.
Eğer bir gün kötü davranmanı gerektirecek bir durum karşısında kalırsan; bağır, çağır, kır, dök ve unut!

Her zaman ve her yerde eline geçen bütün saadeti yakala, en ufak bir parçanın bile kaçmasına izin verme.

Yaşa, herşeyden önce yaşa ve sırf tesadüfen bu dünyaya gelmiş olduğun için, laf olsun diye günlerini geçirme.

Eğer gerçek aşkı tanıyacak kadar şanslıysan; bütün kalbin, ruhun ve bedeninle sev!

Hayatını o şekilde yaşa ki; her an kendi elini sıkabilesin ve her gün faydalı olan, hiç olmazsa bir şey yap ki; gecelerin yaklaşırken örtüleri üzerine çekip kendi kendine "Ben elimden geleni yaptım" diyebilesin.

Düşüncelerin neyse hayatın da odur.
Hayatın gidişini değiştirmek istiyorsan düşüncelerini değiştir."


....

""Hayat bir sevdadır… Onu yaşa! 
Hayat bir hediyedir… Onu al! 
Hayat bir bilmecedir… Onu çöz! 
Hayat bir fırsattır… Onu yakala! 
Hayat bir şarkıdır… Ona eşlik et! 

…Hayat bir bahçedir… Onu der! 

Hayat bir iyiliktir… Ona karşılık ver! … 
Kendine bir iyilik yap. Herkese Gülümse… 

Çünkü... 
Samimi bir sevginin yerini başka ne tutabilir bu hayatta… 
Birine karşılıksız iyilik etmenin hazzını başka hangi şey yaşatabilir insana… 
Hangi intikam daha güçlüdür kötülüğe iyilikle cevap vermekten… 
İnsan yaşadıkça zaten, vazgeçemeyiz ki sevmekten… 
Biliyorsun, küçücük bir tebessümle değişebilir bütün dünya bir anda… 
Biliyorsun, insanlığımız büyüdükçe büyür iyiliğin sıcacık kucağında… 
İyilik üzerine yazılar, hikâyeler, şiirler, öneriler, güzel sözler ve daha neler neler… 
Hadi, kendine bir iyilik yap; herkese gülümse… "


Dip Not 4: Anonim anlatılanlardan...  Ders Almak…

Kavak Ağacı ile Kabak 
Ulu bir kavak ağacının yanında bir kabak filizi boy göstermiş. Bahar ilerledikçe bitki kavak ağacına sarılarak yükselmeye başlamış. Yağmurların ve güneşin etkisiyle müthiş bir hızla büyümüş ve neredeyse kavak ağacı ile aynı boya gelmiş. Bir gün dayanamayıp sormuş kavağa: 
- Sen kaç ayda bu hale geldin ağaç? 
- On yılda, demiş kavak. 
-On yılda mı?..diye gülmüş ve çiçeklerini sallamış kabak. 
- Ben neredeyse iki ayda seninle aynı boya geldim bak! 
- Doğru, demiş kavak. 
Günler günleri kovalamış ve sonbaharın ilk rüzgârları başladığında kabak üşümeye sonra yapraklarını düşürmeye, soğuklar arttıkça da aşağıya doğru inmeye başlamış. Sormuş endişeyle kavağa:
- Neler oluyor bana ağaç? 
- Ölüyorsun, demiş kavak. 
- Niçin? 
- Benim on yılda geldiğim yere, iki ayda gelmeye çalıştığın için. 

Ders: Çalışmadan emek harcamadan gelinen nokta başarı sayılmaz. Kolay kazanılan, kolay kaybedilir.  Her işte alın teri ve emek şarttır.   





En iyi Buğday
Her yıl yapılan 'en iyi buğday' yarışmasını yine aynı çiftçi kazanmıştı. Çiftçiye bu işin sırrı soruldu. Çiftçi: 
- Benim sırrımın cevabı, kendi buğday tohumlarımı komşularımla paylaşmakta yatıyor, dedi. 
- Elinizdeki kaliteli tohumları rakiplerinizle mi paylaşıyorsunuz? Ama neden böyle bir şeye ihtiyaç duyuyorsunuz? diye sorulduğunda, 
- Neden olmasın, dedi çiftçi. Bilmediğiniz bir şey var; rüzgâr olgunlaşmakta olan buğdaydan poleni alır ve tarladan tarlaya taşır. Bu nedenle, komşularımın kötü buğday yetiştirmesi demek, benim ürünümün kalitesinin de düşük olması demektir. Eğer en iyi buğdayı yetiştirmek istiyorsam, komşularımın da iyi buğdaylar yetiştirmesine yardımcı olmam gerekiyor.

Ders: Sevgi ve paylaşmak en yakınınızdan başlar. Sonra yayılarak devam eder. Kin, cimrilik, nefret kimsenin hoşlanacağı davranışlar değildir.





Geleceğini Biliyordum!. 
Savaşın en kanlı günlerinden biriydi. Asker, en iyi arkadaşının az ilerde kanlar içinde yere düştüğünü gördü. İnsanın başını bir saniye bile siperin üzerinde tutamayacağı ateş yağmuru altındaydılar. Tam siperden dışarı doğru bir hamle yapacağı sırada, başka bir arkadaşı onu omzundan tutarak tekrar içeri çekti, 
- Delirdin mi sen? Gitmeye değer mi? Baksana delik deşik olmuş. Büyük bir ihtimalle ölmüştür. Artık onun için yapabileceğin bir şey yok. Boşuna kendi hayatını tehlikeye atma. 
Fakat asker onu dinlemedi ve kendisini siperden dışarıya attı. İnanılması güç bir mucize gerçekleşti, asker o korkunç ateş yağmuru altında arkadaşına ulaştı. Onu sırtına aldı ve koşarak  geri döndü. Birlikte siperin içine yuvarlandılar. Fakat cesur asker yaralı arkadaşını kurtaramamıştı. 
Siperdeki diğer arkadaşı; 
- Sana değmez demiştim. Hayatını boşu boşuna tehlikeye attın. 
Değdi, dedi, gözleri dolarak; değdi… 
- Nasıl değdi? Bu adam ölmüş görmüyor musun?
- Yine de değdi. Çünkü yanına ulaştığımda henüz sağdı. Onun son sözlerini duymak, dünyalara bedeldi benim içim. Ve hıçkırarak arkadaşının son sözlerini tekrarladı:  “Geleceğini  biliyordum… Geleceğini biliyordum…”-
Ders: Güven vermek önemlidir. Güven duymak önemlidir. Duyulan güveni boşa çıkarmamak daha da önemlidir.
Son Söz: Ders almasını bilmeyen felakete uğrar!.




Dip Not 5"Bir şey kımıldıyor"  ~ Çetin Altan (Milliyet 16.01.2015)

Giovanni Papini diye ünlü bir İtalyan yazarı vardır. Rahmetli Fikret Adil, Papini’nin “Gog” adlı bir yapıtını çevirmişti Türkçeye.

“Gog” devletler satın alacak kadar zengin bir adamın akıl hastanesine düştükten sonra yazdığı anılarıdır.

Yapıtın mülti milyarder kahramanı, çağın tüm konularına karşı zapt edilmez bir merak duymakta ve etek dolusu paralar vererek, çeşitli düşünce akımlarıyla, geliştirilmek istenen yeni kuramları, bunları yaratan ve öncülüğünü eden kişilerin ağzından öğrenmeye çalışmaktadır.

Bu arada aklını Einstein’ın “Görecelik Kuramı”na da takar ve bunun ne menem bir şey olduğunu anlamak için Einstein’la görüşmeye gider.

Einstein, zengin deliye, bir hayli karmaşık olan “Görecelik Kuramı”nı üç beş sözcükle nasıl özetleyebileceğini biraz düşünür. Sonra da:
- Bakın, der, bizim bulduğumuz gerçek, sizin anlayacağınız dille şudur: “Bir şey kıpırdıyordu...”

Deli zengin:
- Nasıl, nasıl, der, binlerce yıllık insan düşüncesinin vara vara sonunda vardığı doruk bu mu? Bula bula bunu mu buldunuz siz: Bir şey kıpırdıyordu...

Einstein:
- Evet, der, sonunda bu gerçeği saptadık. “Bir şey kıpırdıyordu...”

Deli zengin, biraz kazık yemiş gibi hisseder kendisini ama üstünde durmaz.
Fizik ve felsefenin erişebildiği en tepe noktanın “Bir şey kıpırdıyordu...”dan ibaret olmasına şaşarak geçip gider.


Uzun bir yaşamdan sonra insanın bazen vardığı gerçekler de “Bir şey kıpırdıyordu” türünden olağanüstü bir basitlik taşıyor.

Örneğin on binlerce yazıdan sonra sezebildiğim tek doğru ne oldu biliyor musunuz?
Kimsenin kendi toplumunu doğru dürüst tanımasına olanak bulunmadığı doğrusu...

“Biz şöyleyiz, biz böyleyiz” deyip duruyoruz ama gerçekten öyle miyiz, değil miyiz, bilmiyoruz.

Örneğin Tanzimat’tan bu yana söylenip yazılmış olanların, toplum üstündeki etkileri ne olmuştur?

Kestirmek kolay değil.

Tanzimat’tan bu yana yetişen yazarlar, ozanlar, sanatçılar, düşünürler, bilim adamları bize kendimizi tanıtacak kadar birikimi sağlayamamışlar.
Gösterdikleri çabalar da dar çevrelerde şöyle bir esinti yaptıktan sonra uçup gitmiş.

İnsanlık düşüncesinin vardığı son nokta, “Bir şey kıpırdıyordu...”

Bizim de yıllar sonra gelebildiğimiz yer, “Kendimizin ne olup olmadığını” yeterince bilmediğimiz...

Bu kadar engin bir bilgisizliğe erişebilmek için, ne kadar çok çalıştık, tahmin edemezsiniz...

20110129

Kriz...

Yaşamı küresel, bölgesel, ulusal krizlerde geçen bir nesilin temsilcisi olarak "kriz"i yaşamımın bir parçası haline getirmiştim; mesleğimin de etkisi ile “geçiş”ve “sınır tabaka” hep dikkatimi çekti, inceleyerek öğrenmeye özümsemeye çalıştım.



...Ve Kriz Kuşağı Yöneticisine Çağrıştırdıkları; Kaos’un.

Cumhuriyet’imizin kurulduğu 1923 yılından bu yana geçen 86 yılda, dünyayı tümden ya da büyük ölçüde etkileyen tam 26 ekonomik ve/veya politik kriz yaşanmıştır. İyimser bir tahminle, dünya krizlerinin ortalama üçer yıl etkisi olduğu düşünülürse, son 80 yıl krizlerle geçmiştir.


Aynı dönemde Türkiye’de küresel veya ulusal nedenlerle yaşanan ciddi ekonomik ve politik krizlerin sayısı ise 15 adettir. Bu bakımdan, Ülkemizde Cumhuriyet Döneminin yarısından fazlası ekonomik ve politik krizlerle geçmiştir.

Küresel bazdaki krizlerin % 90’ı son 50 yıllık sürede meydana gelmiştir. Yaşıtlarım (1960’lı kuşak) için "kriz" yaşamın bir parçasıdır, adeta...



 Krize bu kadar alışan kuşaktan yöneticiler olarak Kaos Kuramı yanında Öz-Örgütlenme (Self-Organization)  modelinden de yararlanarak iş yaşamında kullanabilecek dersler çıkarabilir.

Sistem yaklaşımında olduğu gibi, yaşayan bir organizma olarak (toplum, kurum gibi) örgütler ile ilgili durum ve dinamikler doğada var olan durum ve dinamiklere benzeştirilerek incelenebilmektedir.

Doğa’da Durum

Albert Einstein’ınBasit bir şekilde açıklayamıyorsanız, konuyu siz de anlamamışsınız demektir.saptamasına uygun olarak ele alınacak kriz konusu, basit açıklamalarla ele alınacak karmaşık doğa ve fizik kuram ve ilkelere dayandırılacaktır.

Belirsizlik İlkesi

Deterministik Fizikten ayrı olan Kuantum Fiziğinde her fiziksel nicelik, reel sayısal değerler yerine matrisler ile gösterilen bir işlemci ile temsil edilmektedir. Dolayısıyla, Kuantum Mekaniğinde fiziksel niceliğin ölçüm sırası önemlidir, bu niceliklere denk gelen iki işlemci yer değiştiremiyorsa bu iki niceliğin aynı anda ölçülmesi olanaksız olduğu kabul edilir.

Kuantum Fiziğinde, iki fiziksel nicelik olarak momentum ve konumu ele alan Werner Heisenberg 1927 yılında “Belirsizlik İlkesi” nedeni ile bir parçacığın sahip olduğu momentum ve konumun aynı anda tam doğrulukla ölçülemeyeceğini iddia etmiştir. (mometum değişimi = kütle değişimi x hız değişimi)

Kaos Kuramı

Kargaşa kuramı olarak da bilinen Kaos Kuramı, kalbimizin çoğu zaman düzenli atmasına rağmen bazen düzensiz çarpıntı yapması hali gibi günlük yaşamda tanımlanabilen karmaşık (kaotik) olayların arkasında yatan dinamikler olduğunu ve bunların doğrusal olmayan (nonlineer) denklem sistemleri ile (Kelebek Etkisi’nde) belli bir yere kadar tahmin edilebileceğini savunan matematik teoremidir.


Söz konusu doğrusal olmayan denklem sistemleri grafiğe döküldüğü zaman "atraktör" adı verilen şekiller ortaya çıkmaktadır.

Bir sigara dumanının havada yaptığı şekiller tamamen düzensiz ve bağımsız rastlantıların ürünü olarak görülebilir. Ancak bir teorik fizikçi dumanın bu dinamiğinin aslında ortamdaki birçok parametre ve etken ile belirlendiği görüşündedir. Bu girdiler o kadar çoktur ve o kadar değişkendir ki incelemek ve net bir kanıya varmak imkânsızdır. Parametrelerin bu denli değişken olması aslında o parametrelerin de aynı zamanda birer çıktı olmalarından kaynaklanır. Dumanın hareketine neden olan hafif bir hava akımı aslında odanın başka yerindeki bir sıcaklık değişikliği ve basınç farkının neden olduğu bir harekettir. Bu durumu Kelebek Etkisi ile açıklanmaktadır.

Matematikteki kaos teoremi sayesinde kaotik birçok sistemler açıklanabilmiştir. Örneğin kaos teoremi sayesinde (“Banka” filminde de canlandırıldığı gibi) borsada para kazananlar vardır.

Kaos Kuramı yapısal olarak matematiksel bir tümevarım değil, fiziksel gerçeklik parçalarının bir bütün olarak eğilimini açıklamaya yarayan bir yöntemdir. Kaos, aslında, matematiğin bir teoremi olarak ortaya çıkmasına rağmen kuramın anlayışı ve gereklilikleri nedeni ile çağdaş düşünce sistemini kökünden etkilemektedir. 

Bilimsel olarak çok tartışma yaratan Kaos Kuramına göre;
·         Kararlılık sürdürülebilir bir durum değildir.
·         Bu nedenle her kararlılık belirsizliğe, yani kaosa doğru gider.
·         Kaosun da işleyişini belirleyen yasalar vardır.
·         Kaos da zamanla kendi içinde bir kararlılığa ulaşır.
·         Yeni durum da sürdürülebilir değildir ve kendiliğinden kaosa doğru gider.

Matematik olarak Kaos Kuramı bileşenleri kabul edilen Kelebek Etkisi ve Fraktal Geometri gibi düşüncelere de Kaos Kuramı altında göz atmak uygun olacaktır.

Kelebek Etkisi

Literatüre 1890 yılında Jacques Hadamard tarafından tarif edilerek giren ve 1961 yılında hava durumu ile ilgili nümerik model nedeni ile tanınan Kelebek Etkisi, bir sistemin başlangıç verilerindeki küçük değişikliklerin büyük ve öngörülemez sonuçlar doğurabilmesinin betimlemesidir. 


Kelebek Etkisi adı, Edward N. Lorenz'in hava durumuyla ile ilgili verdiği şu örnekten gelmektedir: Amazon Ormanları'nda bir kelebeğin kanat çırpması, ABD'de fırtına kopmasına neden olabilir. Farklı bir örnekle bu, bir kelebeğin kanat çırpması, Dünyanın yarısını dolaşabilecek bir kasırganın oluşmasına neden olabilir. Bu duruma kaos ilişkili dilde "başlangıç koşullarına hassas bağlılık" denilmektedir.

Kelebek Etkisi yüzünden gelecek (pratik olarak) hiçbir zaman hesaplanamaz. Teorik olarak evrendeki her parametreyi hesaplayacak ve geleceği tahmin edecek bir bilgisayar yapılır ise, her zaman için kesinlikle ihmal edilecek veriler,  bu bilgisayarın kendi kullandığı enerji ve bu hesaplamaları yaparken ortaya çıkacak enerji değişimleri bile geleceği tahmin etmeyi imkansız kılacaktır.

Bu yönü ile, Kelebek Etkisi, her hareketin hesaplanabilen ve önceden tahmin edilebilen bir sonuç doğuracağı inanışı olan determinizme son vermiştir. (Bilindiği gibi, Determinizm “her olay, tümüyle olayın öncesinde ne olduğuna bağlıdır” şeklinde bir felsefi düşünce olarak binlerce yıl önce eski yunanda ortaya çıkmıştır. Bu düşünce, en belirgin savunucusu Sir Isaac Newton’un etkisi ile 16ncı yüzyıldan beri de bilimin bir parçası olmuştur.) Bir cismin belli bir yükseklikten yere atıldığında ne zaman düşeceğini hesaplamak deterministik bir yaklaşımdır. Determinizm sayesinde Aya gidilmiştir, uydular yörüngelerine oturtulmaktadır. Ama uzun vadede determinizme bel bağlamamak gerekir.

Aslında, Kaos Kuramı deterministik bir yaklaşımdır. Kendisi deterministik olan bir kuramın determinizmi çürütmesi ise olayın özünde yatan düşüncedir ve Kaos Kuramı savunucuları bunu bir çelişki olarak görmezler.

Fraktal Geometri

Polonya asıllı matematikçi Benoit Mandelbrot tarafından 1975 yılında ortaya atıldığı varsayılan Fraktal Geometri, kendi kendini tekrar eden ama sonsuza kadar küçülen şekilleri, kendine benzer bir cisimde cismi oluşturan parçalar ya da bileşenler bütününü incelemektedir.


Bir galaksi kümesinde veya bir bitkinin mikro yapısında olduğu gibi, doğada düz çizgiler, düz sınırlar yerine sürekli kendini tekrarlayan bir yapı olduğu görülür. Bu durum ölçek ne kadar  küçültülse/büyültülese de devam eder.

Düzensiz ayrıntılar ya da desenler giderek küçülen ölçeklerde yinelenir ve tümüyle soyut nesnelerde sonsuza kadar sürebilir; tam tersi de her parçanın her bir parçası büyütüldüğünde, gene cismin bütününe benzemesidir.

Hiçbir zaman birbirinin aynısı olmayan kar taneleri oluşumunun açıklanması ve kıyıların uzunluğunun hesaplanabilmesi Fraktal Geometri sayesindedir.

Sistem Yaklaşımı

Sistem, mantıksal bir bütünlüğü ve tutarlılığı olan fikir ve prensipler topluluğu, karşılıklı ilişki ve etkileşim içerisinde bulunan parçaların meydana getirdiği bir bütün veya belirli kurallara göre işleyen bir mekanizma demektir. Sistem yaklaşımı ise fikir bazındaki sistem görüşünün, uygulamada yer almasıdır.

Sistemin elemanları arasındaki etkileşim niceliğini belirleyen Monster Eşitliği (I=2n(n-1))” ile de bulunabileceği gibi, sistemin 2 elemanlı olması halinde 4, 3 elemanlı olması halinde 64, 4 elemanlı olması durumunda ise 4096 farklı etkileşim hali mevcuttur.

Termodinamiğin 2. Yasası

Doğada olan biten her şeyin açıklaması için kullanılan evrensel yasaların en başında gelenlerinden birisi, evrenin entropisinin sürekli artmakta ve her şey düzensizliğe doğru gitmekte olduğunu belirten kuramdır.

Bu yasa en basit anlamda; isole dinamik bir sistemin kendi içinde kararsızlığa doğru gitme eğiliminde olduğunu, bunu kararlı halde tutmak için, mutlaka dışarıdan bir enerji uygulanması gerektiğini söyler.

Düzene sokulmaya çalıştıkça karışan her şey bu kapsamda değerlendirilebilir; trafik keşmekeşi, masamızın sürekli bozulan düzeni…

"Başlangıçta sadece kaos vardı." Eski Yunan Düşünürü ve Şair Hesiodos

Kaos Kuramı, Kelebek Etkisi, Fraktal Geometri ve burada sayılmamış bunlara bağlı olguların hepsini kapsayan düşünce sistemine Kaos veya Kaotik düşünce diye bilinmektedir.

Kaotik düşünce sisteminde, olayları kararlı veya kararsız olarak algılamamız, beynimizin bir soyutlamasından ibarettir; aslında sadece kaotik yapı vardır.

Başlangıç şartlarındaki ölçümlenmesi son derece zor ve ihmal edilebilir farklar bile sistemin gelecekteki yönü ve izleyeceği yol üzerinde belirleyici etki yaparlar. Bu nedenle kaosun işleyişi sistemin başlangıç koşullarının bilinmesi ile anlaşılır ve incelenebilir.

Kaos, maddenin (kararlılık seviyeleri farklı olan) üç hali örnek verilerek daha iyi açıklanabilir. Madde, katı fazda kararlılık/denge, gaz halinde ise kaos halindedir. Bir geçiş hali olan sıvı hal ise “geçiş fazı” olarak düşünülebilir. Bu geçiş fazı, sistemin kaos ve kararlılık/denge arasında bulunduğu sınır tabakadır, kaosun kıyısındaki kritik noktadır. Bu noktada, herhangi bir yöne doğru uygulanacak en küçük kuvvet bile, sistemin bir fazdan diğerine geçmesine neden olacaktır.


İş Dünyasındaki Yönetici için Durum

Ne kadar basit olursa olsun sonuçları da o kadar rastlantısal ve karmaşa dolu olan doğal/fiziksel kuram ve yasalar iş dünyası - yönetim uzayında geçerliliği ne olabilir?

İster ekonomik, ister sosyal, isterse sağlık konusunda olsun herhangi bir kriz ortamını;
  • Öngörülemezlik,
  • Belirsizlik,
  • Tehdit,
  • Değişim ihtiyacı,
belirgin kılmaktadır. Bunlardan ilk ikisi, yani öngörülemezlik ve belirsizlik, zaten doğrudan kaos terimini çağrıştırmaktadır. Yani, her şeyin öngörülebilir ve önceden belirli olarak devam ettiği bir süreç, kriz anında kaos’a dönüşüyor. Kaos ortamının öngörülemez ve belirsiz niteliği yüzünden, sürecin hedefleri tehdit altında kalmaktadır ve bu tehdidin savuşturulması için değişim gereklidir.

Günümüz ekonomik yaşam ve süreçlerine Kaos Kuramı açısından bakılır ise;
  • Doğada olduğu gibi ekonomik yaşamda da denge, kararlı ve sürdürülebilir bir durum değildir. Tam aksine, esas olan kaos, yani belirsizliktir.
  • Ekonomik temel değişkenlerinin tamamı (döviz kurları, emtia fiyatları, faizler vb.) doğrusal olmayan parametrelerdir.
  • İş dünyasında durum ve şartlar öngörülemezdir,
  • Sistemdeki insan unsurunun alametifarikası da kararsızlıktır.


"Krizler iyilerin en iyi, kötülerin en kötü taraflarını ortaya çıkarır.."

Yaşanan ekonomik krizlerle oluşan deneyimler ile Kaos Kuramı’nda belirtilen süreç benzerlik taşımaktadır. İş dünyasının yasaları, esas olarak güven ve öngörülebilirlik prensibi üzerine kurulu olduğu için, bu temelleri tehdit eden kriz ortamının, kaos olarak tanımlanması da son derece normaldir.

Ne kadar öngörülebilir, sürdürülebilir ve güvenli bir iş ortamı istersek isteyelim; elden gelen, geçmişe dair bilgilerin benzeşimi ile (simüle edilerek) geleceğe dair istatistiksel tahminler üretmekten daha fazlası değildir. Edgar R. Fiedler’ın “Aynı soruyu 5 ayrı ekonomiste sorun. Beş farklı yanıt alırsınız. Eğer onlardan biri Harwardlı ise yanıtlar 6 olur.” sözü ekonomik sorunlar karşısında insanoğlu bu çaresizliğinin adeta bir itirafıdır.

İş dünyasının bütün oyuncuları aslında bu gerçeğin farkında olduğu için; doğasında kaos olan bu ortamı düzenlemek amacı ile, sürekli dışarıdan etki uygulamaktadır. Küresel ve ulusal düzeydeki ekonomik örgütlenmelerin, regülasyonların, teşvik ve yaptırımların tek bir ortak amacı vardır: Piyasaları düzene sokmak, öngörülebilir, sürdürülebilir ve güvenilir kılmak. Aslında herkes, doğal yasanın, suyun akışının tersine kürek çekip durmak olduğunun farkındadır. Bununla birlikte; hiç değilse organize bir kaos ortamını sağlama çabası kesintisiz olarak devam edegelmektedir.

Kaos Kuramı, ekonomi dinamiklerinde kararlılığın zorluğunun anlaşılmasını sağlamaktadır.

Aynı şartlara sahip pazarda faaliyette bulunan ancak farklı prensiplere göre işletilen iki şirket oluşturdukları yönetim modelleri ile faaliyetlerini nasıl gerçekleştirebilir?

Denge A.Ş. ekonomik yaşamın belli yasalar üzerinde işlediği, istisnalar dışında, öngörülebilir ve sürdürülebilir olduğu prensibi ile hareket etmektedir.

Kaos A.Ş. ise hiçbir ekonomik dengenin sürdürülebilir olmadığını; esas olanın belirsizlik ve öngörülemezlik, yani kaos olduğunu ilke edinmiştir.

Denge A.Ş. doğal olarak merkezi prensiplerle ve uzun vadeli planlarla, dikey hiyerarşik model ile yönetilecektir.
o    Krizler geçici olduğu için, yönetim olağanüstü haller için şirket stratejilerinin değiştirilmesine sıcak bakmaz ve zaten uzun vadede tekrar dengeye kavuşacak olan pazarda pozisyonunu korumaya çalışır.
o    Kapsamlı pazar araştırmaları ve analizler yapmadan önemli stratejik kararlar almaz.
o    Aldığı kararlardan da kolaylıkla geri dönmez.
o    Çalışanları ile olduğu kadar, müşterileri ile de uzun vadeli kontratlar yaparak güven ortamı oluşturmayı hedefler.
o    Bürokratik süreçler, stratejik planlama, etkin dökümantasyon, iş akış, denetim, takip ve raporlama sistemleri bu modelin göze çarpan özellikleri arasındadır.

Kaos A.Ş. yönetimi ise; piyasaların uzun süre dengede kalamayacağını ve ne yöne hareket edeceğinin öngörülemeyeceğini düşünerek, planlarını kaosu esas alarak yapacaktır.
o    Her an olağanüstü koşullar altında yaşayabilecek bir örgütü hedeflenir.
o    Kriz şartlarında avantaj sağlayan, sürekli değişmeye hazır, modüler bir örgüt amaçlanır. (Denge A.Ş.nin aşırı merkezi planlama ve dikey örgütlenme modelinin aksine…)
o    Tüm birimler gereğinde ayrı ayrı varlıklarını sürdürebilecek bilgi, yetki ve kaynaklarla donatılır.
o    Tüm sistem bu birimlerin toplam sinerjisini kullanabileceği gibi, gerektiğinde son derece esnek olarak hareket eder.
o    Ortam geçici olarak dengeye kavuştuğunda bile, rehavete kapılmamak için, kaos yönetiminden vazgeçilmez. Zira esas olan kaos; geçici ve sürdürülemez olan ise kararlılık/denge halidir.


Kaos Kuramı'nın kriz yönetiminde sağladığı var sayılan avantaj ve dezavantajlar..

Örgütsel gelişimin birincil amacı, değişen dış koşullara göre, iç değişimi başarı ile yönetmektir. Bu nedenle sadece Kaos Kuramı’nın esas alınması riskli olabilir. Çağdaş yönetim sistemleri, değişimi gerçekleştirmek için Kaos Kuramı’na göre daha az risk taşıyan model seçenekleri de önerebilmektedir.

Bir örgütü bilinçli olarak kaos durumunda tutmak, değişimi ve ayrışmayı dayatabilir ama bunun hangi yönde olacağını önceden kestirmek olanaksızdır. Her nekadar kaos sonuçta öz örgütlenmeye yol açsa da, ortaya çıkacak sonucu önceden kestirmek olanaksızdır. Bu yüzden varolan dengeyi bozarak, kaosu başlatmak oldukça risklidir. Bir sistemi alışkın olduğu dengenin dışına itmek, olasılıkla onu aşağı doğru bir sarmala gitmeye ve sistem entegrasyonunu geri dönülmez bir noktaya itmeye neden olabilir.

Bu nedenle örgütsel gelişme amacı ile Kaos Kuramı’ndan faydalanma yollarının başında,  güvenlik duygusunu tamamen yok etmeden, sistemi kaosun kıyısında var olabileceği bir faza taşımaktır. Bu durum 1950’li yıllarda Japon balıkçıların problem süreçlerindeki çözümleri ile ilgili gözlemini "İnsanoğlu ancak zor (iddialı) bir ortamda bulunursa gelişme yönünde çabalar." ifadesi ile ortaya koyan bilim-kurgu hikayeleri yazarı L. Ron Hubbard tarafından da kısmen belirtilmiştir.

“Balık Avı”

Japonlar taze balığı hep çok sevmişlerdir. Fakat Japonya sahillerinde bol balık bulmak mümkün olmamaktadır. Balıkçılar, Japon nüfusunu doyurabilmek için daha büyük tekneler yaptırıp daha uzaklara açılabilmişler.

Balık için uzaklara gidildikçe, geri dönmesi de daha çok vakit alır olmuş. Dönüş bir - iki günden daha uzarsa, tutulan balıkların da tazeliği kaybolmaktadır.

Çözüm için

Japonlar tazeliği kaybolmuş balığın lezzetini sevmemişler. Bu problemi çözebilmek için balıkçılar teknelerine soğuk hava depoları kurdurmuşlar. Böylece istedikleri kadar uzağa gidip, tuttuklarını da soğuk hava deposunda dondurulmuş olarak saklayabilirler.

Ancak Japon halkı taze ile donmuş balık lezzet farkını hisseder ve donmuş olanlara fazla para ödemek istemezler.

Balıkçılar bu defa teknelerine balık akvaryumları yaptırırlar. Balıklar içeride biraz fazla sıkışırlar, hatta, birbirlerine çarpa çarpa birazda aptallaşırlar, ama yine de canlı kalabilirler.

Japon halkı canlı olmasına rağmen bu balıkların da lezzet farkını anlarlar. Hareketsiz, uyuşmuş vaziyette günlerce yol gelen balığın, canlı, diri hareketli taze balığa göre lezzeti yine de farklıdır.

Balıkçılar nasıl yapar da Japonya'ya taze lezzetli balığı getirebilirler?..
…Siz olsaydınız ne yapardınız ?

Hedeflerinize ulaşır ulaşmaz, mesela mükemmel bir eş buldunuz veya çok başarılı bir firmaya girdiniz, borçları ödediniz, vs. heyecanınız kaybolmaya başlamaz mı? Sürekli çalışmanız gerekmiyorsa rahatlamaz mısınız? Lotoda büyük ikramiyeyi kazananlar parayı savurmaya başlamaz mı?

Japonların taze balık probleminin çözümünü L. Ron Hubbart 1950'lerde  gözlemleyerek "İnsanoğlu ancak zor (iddialı) bir ortamda bulunursa gelişme yönünde çabalar." değerlendirmesini yapmıştır.

Ne kadar akıllı, uzman, inatçı iseniz iyi bir problemle uğraşmaktan o kadar zevk alırsınız. Problem sizi ne kadar zorluyorsa ve siz onu adım adım çözebiliyorsanız bundan da o derece mutluluk duyarsınız, heyecan duyarsınız ve enerji dolu, canlı, ayakta kalırsınız.

Köpekbalığı

Japonlar da balıkları yine teknelerindeki akvaryumlarda tuttular, ancak içine küçük bir de köpekbalığı attılar. Bir miktar balık köpekbalığı tarafından yutulur, ama geride kalanlar son derece hareketli ve taze kalabilirler.

Buradan da görüleceği üzere problemlerden uzaklaşmaktansa içine atlamak, boğuşmak ve onları yenmek gerekir.

Problemimiz çok ve çeşitli olabilir. Ümitsiz olmayın. Onları tanıyın, organize edin, kararlı olun, daha çok bilgi ve yardım desteği ile onlarla savaşın.

Beyninize bir köpekbalığı atın ve nelere ulaşabileceğinizi o zaman görün.

Kaosun kıyısında var olmayı başaran örgütler, ayakta kalmak için sürekli yenilikçi, yaratıcı ve öğrenen olmak zorundadır.

Apple gibi teknoloji şirketleri ve Southwest gibi havayolu şirketleri bu tür öğrenen örgütlere birer örnektir. Bu şirketler kendi sektörlerinde, değişimi ve yenilikçiliği sadece ayakta kalmak için değil, aynı zamanda lider olabilmek için bir model olarak seçmişlerdir.

Bunun aksine, bazı örgütler de uzun süre aynı istikrarlı pozisyonda kalmaları nedeni ile, şartlar değiştiğinde varlıklarını sürdürmekte zorlanmıştır.

Örneğin AT&T gibi, çok sağlam ve kararlı örgütler iletişim sektörünü uzun yıllar boyunca domine etmeyi başarmış olmalarında rağmen, son yıllarda devrim niteliğinde gelişmelerle büyüyen iletişim teknolojisi hızına ve yaratıcılığına uygun değişim geçirmedikleri için, bugün bocalamaktadırlar. Ve ilginçtir ki; değişimi yaşama geçirmek, yaratıcı uyumun önündeki engelleri kaldırmak, kendini keşfin önünü açmak ve öz-örgütlenmeyi gerçekleştirmek için artık kriz ve kaos ortamlarını birer fırsat olarak görmeye başlamışlardır.

Kaosun kıyısındaki örgütler, günümüzde en yaratıcı ve değişen koşullara karşı en uyumlu örgütler iken, acaba bu yapıların üyeleri, yani çalışanlar, sürekli evrim ve yeniden yapılanma konusunda ne hissetmektedirler?

Sürekli yenilenen ve şekil değiştiren bir örgütte bireyin kendini tanımlaması ve böyle bir yapıya güven duyarak bağlanması mümkündür.

Örgüt öz değerlerini, tanımlanabilir ortak amaçlarını değiştirmediği sürece;  onun üyeleri de şekli değişirken özünde aynı kalan ve sürekli gelişen bir sistemin parçası olduklarını hissetmeye devam edeceklerdir.

"İlim kendin bilmektir." Yunus Emre

Gerçek öğrenme; veri toplamayı değil, öğrenmeyi öğrenmek, öğrenme kapasitesini arttırmak ve bilgiye dayalı eylemin önünü açmaktır.

Kendisi, hakkında yeterli bilgiye sahip olmayan bir sistemin, dışarıda olup bitenlere dair gerçek bir bilgi sahibi olması da olanaksızdır. Bu nedenle, öğrenen bir örgütün ilk işi kendini, yetenek ve zaaflarının sınırlarını keşfetmektir. Kendini keşfeden bir sistemin dış dünya ile ilgili bilgi ve algı sistemleri daha güvenilir olacaktır.

Öğrenen bir sistemin en önemli özelliklerinden birisi de, üyeleri ile olan iletişim ve ilişki yönetimine, en az süreç yönetime verdiği kadar önem vermesi ve kaynak ayırmasıdır.

Öğrenen bir sistemde, yaratıcı dönüşüm en alt katman olan bireyden başlatılarak, birimlere, oradan da tüm örgüte yayılacak şekilde tasarlanmıştır.


Öğrenen ve kendisini yaratan öz-örgütlenmede liderin birincil rolü, liderliği tüm sisteme dağıtmaktır. Çünkü farklı hedeflerin gerektirdiği farklı işlevler, sistemin tüm bileşenlerinin birbirinden farklı liderlik özelliklerinin ortaya çıkarılarak kullanılmasını gerektirecektir.

Bu yönden, öz-örgütlenme “parçalarının toplamından daha büyük olan bir sistem” olarak değerlendirilebilir.

Herman Bryant Maynard ve Susan E. Mehrtens’in “Dördüncü Dalga” kitabında, “21 yüzyılda, çizgisel, lojik, rasyonel ve analitik düşüncenin yerini duygusal ve sezgisel düşüncenin alacağını” belirtirken geleneksel yönetim (planlama, örgütleme, yönlendirme ve kontrol gibi) becerilerinin 21. yüzyılın hızlı, sürekli değişen ve son derece karmaşık örgütlerini yönetmede ve bu örgütlerdeki sorunlarını çözmede yetersiz kalacağına işaret eder gibidir.

Günümüzde yönetim bilimi, çalışma ve yaşama ortamlarını hiyerarşik, doğrusal (lineer), emir-komuta yapılanmalarından çıkararak; birlikte yaratılan sevgi ortamlarına dönüştürmeye önemli seviyede çaba harcamaktadır.

  

Buna Google şirketinin yarattığı Googleplex bir örnek olarak verilebilir. Fortune Dergisi’nin her yıl yayınladığı “Çalışılabilecek En İyi Şirketler” listesinde Google personeline sağladığı sevgi ve huzur dolu çalışma olanakları nedeniyle 2008 yılında birinci ve 2009 yılında dördüncü en iyi şirket olarak seçilmiştir. Google çalışanları evlerindeki sevgi ortamını işyerine taşıyabilmeleri amacıyla evlerinde besledikleri evcil hayvanları dahi Googleplex’e getirme serbestisine sahiptirler.

Charlotte Shelton’ın  “Kuantum Sıçramaları” kitabında, “Yeni nesil yöneticinin başarısı; birbiri ile çelişmeden ve aynı anda kadim ve futuristik; bilimsel ve spirituel; basit ve karmaşık olabilmekten geçmektedir.” demektedir.

Geleceğin yönetici tipinin, başarılı olmak için geleneksel sol beyin becerilerinin yanı sıra, beynin tamamını kullanan yeni beceriler elde etmesi de zorunlu görünüyor. Yöneticiler bu konuda ustalaştıkları ölçüde; mekanik, indirgemeci ve determinist sınır ve kalıplardan sıyrılarak, gerçek birer değişim ustasına dönüşecek ve hem kendilerinin, hem de örgütlerinin yaratıcı dönüşümünü gerçekleştirebileceklerdir.

Yunus Emre’nin "İlim Kendin Bilmektedir” şiirinde de belirtildiği gibi;

İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin
Ya nice okumaktır

Okumaktan murat ne
Kişi Hak'kı bilmektir
Çün okudun bilmezsin
Ha bir kuru ekmektir

Okudum bildim deme
Çok taat kıldım deme
Eğer Hak bilmez isen
Abes yere gelmektir

Dört kitabın mânâsı
Bellidir bir elifte
Sen elifi bilmezsin
Bu nice okumaktır

Yiğirmi dokuz hece
Okursun uçtan uca
Sen elif dersin hoca
Mânâsı ne demektir

Yunus Emre der hoca
Gerekse bin var hacca
Hepisinden iyice
Bir gönüle girmektir

Sonuçta, kendi egolarını başkalarınınki ile aynı potada eriterek, tek başına ulaşılamayacaklarını gerçekleştirmek; farklılıkları, çelişki ve çatışma yerine; birliğe ve daha yüksek bir kollektif varoluşa taşıyabilmek amaçlanmalıdır.

Can EREL
21 Aralık 2009


Faydalanılan Kaynaklar :

1.     AĞAOĞLU, E.A.; "Kaos Kuramı", 1994
2.     BULUT, A.; "Kaosun Kıyısında Liderlik", 2009
3.     EREL, C; “Hava Aracı Bakım, Onarım ve Yenileme (BOY) Endüstrisi ve BOY Faaliyetlerindeki İnsan Kaynağının Mühendis Özelinde İncelenmesi”, 2009.
6.     KESİCİ, S.; "Ekonomi ve Kaos Teorisi", 1994
7.     Northeastern Illinois University, http://www.neiu.edu/~ncaftori/fish-story.txt